Hipokrat’ı öldürdük. Hekimliğin idealize değerlerini simgeleyen Hipokrat’ı yavaş ve sinsice hayatımızdan uzaklaştırdık.
İlk hançeri binyıllardır sürdüğü biçimde tıp diplomalarında hocaların imza ve onayı geleneğini terk ederek sapladık. Geleneksel doktor diplomalarında yetiştiren hoca veya hocaların “tanıklık ederim ki; “bu şahıs” tıp mesleğini uygulamak için gereken bilgi, sorumluluk bilinci ve ahlaki olgunluğa sahiptir” yazısını hatırlayanımız bile kalmadı. Önce diplomaların sonra mesleğin içini boşalttık. Tıp fakültelerinin verdiği diplomalar bakanlık onayı olmadan geçerlik kazanmadığı gibi zorunlu hizmet bitene kadar rehin bile kalabiliyor. Uzmanlık belgelerinde ise nerede kimin yanında asistan eğitimi alındığı bile yazmıyor. Dahası o diplomalarda sadece” gerekli sınavları başarıyla geçip doktor veya uzman olmaya hak kazanmıştır” yazıyor. Bilgili ve donanımlı olmanın yanı sıra sorumluluk sahibi ve ahlaken olgun olmak diplomalardan kalkalı uzun zaman oldu.
Sonrasında Hipokrat yemininin içini boşalttık. Sağlık piyasalaşıp hastaneler işletmelere dönüştürülünce mesleki önceliğini hayata ve canlılara zarar vermemek üzerine kuran, bilgi ve deneyimini ayrım gözetmeksizin hastasının sağlığı için sonuna kadar kullanacağı üzerine yemin etmiş idealist hekimlere gereksinim kalmadı. Öldürücü darbeyi işte tam burada sapladık, Hipokrat’ın bedenine. Bakmayın siz tıp fakültelerinin mezuniyet törenlerinde yemin ediliyor gibi yapılmasına. Herkes, o yemin metninde yazan idealize değerlerin çok geride kaldığının bal gibi farkında.
Gelinen noktada o Hipokrat yemini etmiş hekimler Adam Smith’in sözünü ettiği piyasanın gizli elinin gün gelip kendilerine de dokunup abad edeceği beklentisi içindeler. Düzen insanın eninde sonunda hastalanıp sağlık işletmelerine başvurmak zorunda kalacağı ön kabulu ile çalışıyor. Bu nedenle gücü yeten herkes kazançlarının bir kısmını gelecekteki sağlık harcalamaları için prim olarak yatırıp günü geldiğinde sosyal güvence ve sağlık hizmeti alacağını düşünüyor. İlk bakışta mantıklı gibi görünse de piyasa mantığının girdiği her yerde olduğu üzere sağlık harcamaları dev bir kara delik gibi ülkelerin tüm birikimlerini yutup elini vatandaşın cebine atmaktan çekinmiyor. Temel yanılgı ise sağlığın bedeli ödenerek dışarıdan satın alınan bir meta olduğu algısının yaygınlaşmış olmasından kaynaklanıyor. Sağlıktaki piyasalaşmasının nasıl bir akıl tutulmasına yol açmakta olduğunu örnekle açıklayalım: Gripal enfeksiyon nedeniyle hastaneye başvuran hasta için muayene, tetkik ve reçete ile birlikte sosyal güvenlik kurumu yaklaşık 100 lira ödüyor. Aynı hastalığa tutulup hastaneye gitmeyen ilaç kullanmayıp istirahat ve geleneksel yöntemlerle hastalığı geçiren kişinin piyasa mantığına göre 100 lira alacaklı olması gerekiyor. Birinci hasta sağlık hizmetini hastaneden satın aldığını zannederken ikinci hastada beden kendi sağlığını üretiyor. İçinde bulunduğumuz sağlık piyasası ise ikinci grup hastayı görmezden gelip birincileri yüceltmek için elinden geleni yapıyor. Bunu gerçekleştirmek için işte o Hipokrat yeminini bıraktırdığı doktorları sözleşmeli olmaya zorlayıp iş güvencesiz çalıştırarak, üstelik patrona kazandırdığı para kadar kazanç tehdidi ile rehin alıyor. Mesleki bilgi, görgü ve deneyimini hastasına yönelik kullanan doktorlardan diplomalardan çıkarılan sorumluluk ve ahlaki olgunluk kısmında patrona ve işletmeye bağlılık bekleniyor. Doktorlar sağlık işletmelerine karşı sorumlu olmak ve işletmenin hedefleri ile ahlaki değerlerinin yer değiştirmesine ses çıkarmamak zorunda bırakılıyor.
Hastalara ise medya ve tüm piyasa enstrümanları kullanılarak her fırsatta doktora başvurmaları, öyle kendi kendilerini iyileştirme ile uğraşmamaları ve bunca olanak varken daha da talepkâr olmalarını hatırlatılıyor. Sağlık alanındaki bu kışkırtılmış talep hasta hekim ilişkisini hastaların gözünde tersine çeviriyor. Doktor ile hasta arasında bilgi ve donanım farklılığı eskiden hastanın kendini doktora karşı rehin alınmış gibi hissetmesine yol açıp bir ucu Stockholm sendromu olarak kabul edilebilecek doktoruna tapma diğer ucu ise rehin olmanın hıncı arasında salınan duygu durumları yaratıyordu. Günümüzde ise kışkırtılmış tüketici talebinin de etkisiyle hastalar doktorlarını kendilerine hizmet etmek zorunda olan bir tür rehine olarak görme eğilimine girebiliyor ve hatta eskinin rehine olma hıncı sağlık çalışanlarına yönelik şiddete dönüşüp yaygınlaşabiliyor. O rehin aldıklarını sandıkları yeminini rafa kaldırmış doktorlar ise kendilerini hastalarından çok ekmeklerini kazandıkları sağlık işletmesine karşı sorumlu hissediyor, üstelik bu tavrın ahlaki olup olmadığı konusunda kafa yormaktan da özenle kaçınıyorlar. Edilgen nihilist bir tavırla kendilerini meslekleri ile birlikte hiçliğe sürüklüyor, “ama herkes böyle yapıyor, üstelik benim gücüm bunları değiştirmeye yetmez” mantığının arkasına sığınıp görünmemeye çalışıyorlar.
Sağlık gibi yaşamsal bir alanı piyasanın acımasızlığına terk edenlerin hiç olmazsa bir amacı var. Onlar kazanç elde etmek uğruna doğru bir iş yaptıklarını düşünüyorlar. Peki ya doktorlar? Onlar herkesin sağlığı ve canı uğruna rehin alındığı sorumluluktan ve ahlaki olgunluktan yoksun böyle insanlık dışı sisteme neden seslerini yeterince yükseltmiyorlar. Hipokrat ve onun temsil ettiği değerlerden vazgeçmelerinin karşılığını sağlık piyasasından nemalanarak alacaklarını mı sanıyorlar?
Hipokrat öldü. Hipokrat'ı biz hep birlikte öldürdük. İlk hançeri kimin sapladığının veya öldürücü darbenin hangimizden geldiğinin önemi kalmadı. O ise, direnen bir avuç hekim ve insanlığından taviz vermeyip mesleği bırakan, kenara çekilen onurlu gerçek hekimler sayesinde ayakta durmaya çabalasa da dönüp yüzüne bile bakmadık. Bakacak yüzümüz de yoktu zaten. Hipokrat’ı biz öldürdük.